Kara Hastalığı Nedir?
Daha çocukken, hastalıkları hep vücudun bir yerinde oluşan fiziksel bir rahatsızlık olarak düşünürdüm. Ateş, öksürük, baş ağrısı… Hepsi bir şekilde geçerdi, değil mi? Ama kara hastalığı… O hiç geçmezdi. Gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim, içimde hissettim. Kara hastalığı, sadece vücudu değil, bir insanın ruhunu da ele geçiren bir şeydi. En çok da sevdiğim biriyle karşılaştığımda fark ettim.
Ailemin Rengi Soldu
Bir yaz günüydü. Kayseri’nin sıcağı, insanı sırtından bir yük gibi itiyordu. Ama o sıcak gün, hayatımın dönüm noktası olacaktı. Annem, mutfakta yemek yapıyordu; gözleri daha önce hiç görmediğim kadar cansız ve dolunay gibi büyüktü. O an, fark ettim; o renk solmuştu.
Bana dönerken yüzünde garip bir boşluk vardı. Sesini ilk kez bu kadar derin, bu kadar kesik duydum. “Evladım, bugün bir test yapacağım,” dedi. Test ne? Kafamda milyonlarca soru belirdi ama sormadım. Annemin bu ruh halini anlatan bir kelime bulmakta zorlanıyordum. Anlamadım; anlamak da istemedim.
Bir hafta sonra, annem bana her zaman neşeli şekilde bakarken, bir sabah onu ağlarken buldum. O, kara hastalığının adıydı.
Kara Hastalığının İntikamı
Kara hastalığı, zamanla sevdiklerinizin bedeninde yaşanmak yerine, ruhlarınıza yerleşiyor. Annem bir sabah gözlerindeki boşlukla baktığında, o hastalık benden de sızmaya başladı. Gözlerimle anlamak istemediğim her şey, bir anda yüzüme tokat gibi çarptı. Kara hastalığı, sevdiklerimizi yavaşça ama derinden öldürüyordu.
İlk başlarda, annem hala gülebiliyordu. Ama o gülüş, sanki biraz daha soluktu. Ve sonra, o güldüğü her anın sonrasında, gözlerindeki derinlik büyüyordu. Anlatamadı, anlatmaya çalıştı belki ama… Kara hastalığı, anlatılmayan her şeyi yavaşça yutuyordu.
Bir gün, annemle parkta yürürken, günlerden birinde her şeyin bittiğini fark ettim. “Bu ne yahu?” dedi, ama sesi o kadar soğuktu ki… O an gözlerindeki boşluğu gördüm. Hani bir zamanlar bana ne kadar benziyorlardı, şimdi bir yabancı gibi… Kara hastalığının etkisi altındaki herkes gibi, annem de bir yabancıya dönmüştü.
Kara Hastalığı ve Umut
Kara hastalığı, sadece bir insanı değil, bir ailesi kadar dünyayı da yavaşça sarar. Annemin bakışlarında o yabancıya, hayatına dair büyük bir umudu kaybeden insana dönüştüğü anı hatırlıyorum. Ama sonra, bir şey oldu. İçimde küçücük bir umut filizlendi.
Bir gün, annemle bir kahve içiyorduk. Gözleri bana biraz daha yakın görünüyordu. “Biliyor musun, eskiden çok güzel şarkılar söylerdim,” dedi. Gözlerinde bir şey parladı. “Belki tekrar şarkı söylerim,” diye ekledi. O an içimde bir şey kırıldı, ama aynı zamanda bir şey de büyüdü. Kara hastalığı bile her zaman kalıcı değildi; belki zamanla geçebilecek, belki de bir şekilde yönlendirilebilecekti.
O günden sonra, annemle birlikte daha çok vakit geçirmeye başladık. Gülmek, şarkılar söylemek, eski anıları hatırlamak… Kara hastalığının etkisini hafifletmeye çalıştık. Birlikte geçirdiğimiz o anlar, zamanla gücümüzü artırmaya başladı. Belki kara hastalığı hiçbir zaman tam olarak geçmeyecekti ama mücadele etmeyi öğrenmiştik.
Sonuç: Kara Hastalığıyla Barış
Kara hastalığı, duygusal olarak insanı yerle bir edebilen bir şeydir. O, sadece vücutta değil, kalbinizde de hissedilir. Ama belki de bu hastalıkla barışmak, onun üstesinden gelmek için en önemli şeydir: Umut. Umut, her karanlık günün bir ışıltısı olabilir. Annemle birlikte, kara hastalığına karşı yürüdük; onun etkilerini hissettik, ama asla teslim olmadık. Ve ne olursa olsun, sevgi her zaman bu karanlıkları aydınlatacak bir ışık oldu.
Bir gün annem, kahvemizin yanında bana bir şarkı söylerken, o kara hastalığı benden uzaklaşmış gibiydi. Bunu söylemek kolay, ama annemi eski haline döndürmek değil. Ama biz başardık. Sonunda, bu savaşın da kazananı olacağımızı biliyordum.